26 Ağustos 2016 Cuma

İnternet aktivistleri neden kimsenin düşüncesini değiştiremiyorlar

Bu sefer bir kaç senedir zevkle takip ettiğim David Cain'in Raptitude isimli bloğundan çok sevdiğim yazılarından birini çevirdim (yazının orjinali için buraya tıklayın). Yazıdaki fikirler yazara aittir ve bu çeviri kendisinden izin alarak yapılmıştır. Buyrunuz:
_________________________

Facebook'ta herhangi bir olay veya farkındalık ile alakalı düzenli olarak kızgın paylaşımlar yapan arkadaşları takip etmeyi sessizce bırakıyorum. Ne kadar önemli olursa olsun "gerçek" tarafından yumruklanmak istemiyorum.

İnsanların bunu neden yaptıklarını anlıyorum. Ben de yaptım. Aşırı avlanma, kötü koşullardaki köpek bakım evleri, normalleştirilmiş cinsiyetçilik, aşıların neleri yapabilip neleri yapamadığı gibi konulardaki cehalet gerçekten tehlikeli olabilir ve bu cehaleti azaltma isteği anlaşılır bir şey.

Bazıları bunu dikkatli ve diplomatik bir şekilde yapabiliyorlar ve ben de bu insanlardan çok şey öğrendim.

Ancak internet eylemcilerinin çoğu, hakaret ve küçümseyiciliğin mesajlarının içine sızmasına izin veriyorlar. Mesele diğerlerinin doğru olmalarına yardım etmek yerine, onların yanlış olduğunu göstermeye dönüşüyor. Bunu görmek için, bir konuda farkındalık oluşturmaya çalışan neredeyse bütün mesajları ziyaret etmeniz yeterli olacaktır. Düşmancalar. İnsanları cahillikleri için suçlamak gayet normal.

Cehalet, eğer gerçekten öyleyse tabi, insanların hakkında adil bir şekilde suçlanabilecekleri bir şey değil ki. Biz neleri kavramayacağımızı, nelerin bize öğretilmeyeceğini, nelerin önemini anlamayacağımızı seçmiyoruz.

Cehalet kendine kördür. Başka birinde bulunan cehaleti ıslah edip düzeltmek istediğinizde, kendinizin de bilemediğiniz şeylerde ve şekillerde cahil olduğunuzu unutmak kolaydır.

Her kim olursanız olun, kabul etmelisiniz ki bilmediğiniz onca şey var ve onları bilmediğinizi de bilmiyorsunuz. Hiçbirimiz cehaletten muaf değiliz. Bu yüzden cehaleti azaltma teşebbüslerimizde başkalarına, suçlanmayı hak eden insanlar olarak bakmaktansa, birlikte öğrendiğimiz ders arkadaşları olarak yaklaşmamız gerekir.

Bir kişinin kendi duruşu ve görüşü için yapabileceği en kötü şey, bunu ahlâkî bir yargı ile paketleyerek dağıtmaktır. Bu, diğer kişinin hemfikir olma özgürlüğünü etkin biçimde bertaraf eder ve davasına kendini adamış bir muarız bile peyda edebilir. Bunu bir çok kişiye birden yapmak ise umumun/kamuoyunun ilgili mesajı alma hassasiyetini azaltır. Doğru bile olsa, bunu başkasına savurarak fırlattığınızda, yapışmaktansa sekecektir.

Öğrenmek, mevcut bir inancı bırakmak demektir ve bir kişi bunu yapabilmek için yeni fikirlere özellikle açık bir vaziyette olmalıdır. Oysa, internet aktivizmi üzerine yapılan girişimlerin çoğu (görünüşte) eğitmek istedikleri insanlar hakkında açık şekilde alaycıdır.

Zihinleri değiştirmek çok hassas bir iştir. Meseleyi (henüz) sizin gibi görmeyen insanlar hakkında aşağılama ve hor görme sergilememek için muazzam itina gösterilmeli ve dikkat edilmelidir.

İnsanları bir kere müdafaa pozisyonuna koyduğunuzda, zihinleri tekrar güvende hissedinceye kadar kapalı kalacaktır. Bir münazara, bir savunma reaksiyonunu tetiklediği anda, o insan için herhangi bir şey öğrenme fırsatı gitmiş demektir – her ne kadar bu çatışma noktası çoğu online "aktivizmin" başladığı yer olsa da.

Bu kritik hassasiyet, cahilce olduğunu düşündüğümüz inançlar hakkındaki düş kırıklığımız yoluyla tehdit altındadır. Evcil kızamık ve boğmaca salgınlarını gördükten sonra, arızalı bilgilerle dolu aşı karşıtı akıma öfkeli olmamak zordur.

Öfke en kolay cevaptır  ve aynı zamanda en yıkıcı olanı. Aşı karşıtı hareketi sizce ne başlattı? Muhtemelen aynı tür bir öfke: "Bize söylenenler yanlış ve çocuklarımızı riske atıyor. İnsanlar uykudan uyanmalı!"

Bir taraf gerçeklere dayalı olarak doğru bile olsa – ki durum her zaman bu değil – karşı tarafa yöneltilmiş daha fazla öfke ile, bu insanların daha azı zihinlerini değiştirmek için güvende hissedecekler. İnsanları köşeye sıkıştırmak ve onları hatalı göstermek sadece direnci, dik başlılığı, kılıf uyduruculuğu ve kötü bir bilimselliğin çığırtkanlığını yapmayı teşvik eder, çünkü o noktada olay sadece duygusal gürültünün bir takası olur.

Bu nevi tartışma, cehaleti zayıflatmada nerdeyse mükemmel derecede kullanışsız bir yaklaşımdır. İnsanların bir şeyi anlamasına yardım etmek (tabi bu tartışmacıların istediği şeyse) kavga etmenin zıddıdır.

Haklı olma hissi bizler için aşırı boyutta çekici bir tepe noktası yaşatan bir uyuşturucu gibidir. Haksız olmak ne kadar berbat hissettiriyorsa, haklı olmak da bir o kadar iyi hissettirir. Ancak bu hisse sahip olup olmayışımızın, eldeki gerçek verilerin bizi sahiden desteklemesi ile pek bir ilgisi yoktur ve işte tam da bu yüzden bu his alışması tehlikeli olan bir uyuşturucudur.

Bir kez haklı olma hissine bağlandığınızda, bu his bizâtihî haklı olmaktan daha önemli hâle gelir. Kendimizi arkadaşlarımızla gereksiz çekişmeler yapar halde bulduğumuz çok olmuştur: Çarpışma (Crash) iyi bir film miydi? Bono (müzisyen) gerçekten kimseye yardım ediyor mu? Bu tartışmalarda diğer kişinin taşı güzelce gediğine koymasını istemediğimizi fark etmiş olabilirsiniz – işin bu kısmını teslim etmek bizi önceki olduğumuzdan daha zekice bir vaziyete koyabilecek olsa bile.

Onun yerine tartıştığımız kişilerin, bizim fikirlerimizin kulağa hoş gelmesini sağlayacak aptalca fikirler beyan etmesini istiyoruz. Herhangi bir şey öğrenmeyi istemekten ziyade onların hatalı olmalarını istiyoruz.

Hatalı olduğunuzda birinin bunu size söylemesini ister miydiniz? Eğer özelden ve anlayışlı şekilde yapılırsa, belki. Bunu yapabilmek yaygın bir yetenek değil. Eğer müdafaa pozisyonuna koymadan, herhangi bir konuda insanlarla nasıl konuşulacağını öğrenmek istiyorsanız, Marshall Rosenberg'in harikulade kitabı Şiddetsiz İletişim başucu kitabınızdır. (Benim naçizane fikrim).

İnsanları hatalı konuma düşürmenin cezbediciliğinden vazgeçmek güçtür. Bu konuda pek başarılı değilim. Bu makaleyi yazarken öfkenin kelimelerimde tekrar tekrar kendini gösterdiğini fark ettim ve bu eğilimin bu yazıdan uzak durması için elimden geleni yaptım. Nihayetinde, buradaki amacım belirli bir tip cehaleti "tedavi etmek"ti.

Oysa ki bu her daim kaygan bir zemindir, zirâ epey kendini beğenmiş bir inanışla başlamak zorundasındır: "Sende olmayan bir hakikate sahibim ve bu hakikati sana vereceğim." Burada hedeflerimi pragmatik tutmaya ve hücûm etme ile paylama dürtüsüne yenik düşmemeye çalıştım. Ama eminim ki bunlara karşı kör olduğum bölümler yine de kendini belli ediyordur.

Elbette haklı olduğumu düşünüyorum ama kendim dahi anlamadığım bir şekilde cehalet içinde olmam mümkün. Bazı insanlar da yorum kısmında böyle söyleyebilirler ve yine onların karşıt görüşlerine boş laf ve ukalalık ile karşı koyma dürtümü devamlı olarak kontrol altında tutmak zorundayım. Eğer yeterince becerikliysem, onlarla hemfikir olmayı samimi olarak dikkate alabilirim.

Şu anda bile şansım varken bunu becerememekten korkuyorum. Beliğ palavracılıkta oldukça iyiyim – ya da en azından denediğimde kendimi tatmin edecek kadar iyiyim. Bu bloğun (kendi bloğu raptitude'u kastediyor) yorum tarihçesi, çoğunlukla sadece insanların benimle ihtilafa düşüş şekilleri sebebiyle onlara sunduğum sözlü ayar vermelerle bezenmiş haldedir. Umuyorum ki bu sefer aleyhimde konuşanlar nazik ve diplomatik olurlar çünkü cömertliğin bu nadir biçimi bana bir şeyler öğrenmek için en olası ve makul şansı verecektir. 

1 yorum:

Clickx dedi ki...

Harika bir yazı... Elinize sağlık...