18 Nisan 2007 Çarşamba

BİLİM VE DİN: ÇATIŞMAYI ÖNLEMEK

Önbilgi: Bu yazıyı doğru hatırlıyorsam 2005-2006'da yazmıştım. Geçenlerde (Ağustos 2016) Nouman Ali Khan'ın Türkiye'ye gelişi ile ilgili bir yazı yazıp yayınlamak istediğimde bu kadar sene sonra koyduğum tozlu raflarda bulacağımı düşünmemiştim. Şimdi tekrar okuduğumda yazıyı kısmen yüzeysel buldum ama o zamanki ileri toyluk seviyeme göre fena da değilmiş diye ilişmedim. Okuyanlar lütfen bunu dikkate alsınlar.
_________________________________________________________________________

İnsanlık tarihi boyunca bilim ve din insan yaşantısının merkezî öğelerinden ikisi olagelmiştir. 7.yüzyıldan 12.yüzyıla adar İslam âleminde olduğu gibi, veya 17, 18 ve 19.yüzyıl bilim insanlarının çoğunlukla aynı zamanda Hıristiyan ve dindar insanlardan (Carl Friedrich Gauss, Isaac Newton, Brook Taylor, Blaise Pascal, Johann Gregor Mendel vs.)[*] olması gibi, kimi zaman bilim ve din ittihad etmiş ise de insanlık tarihinin belirli bölümlerinde, özellikle de 19.yüzyıl ve 20.yüzyılda önemli ölçüde birbirlerinden ayrılmışlar, hatta zaman zaman karşı karşıya da gelmişlerdir. Böylesi küçük çaplı bir makalede bu konuyu tüm yönleriyle ele alarak sebep ve sonuç ilişkileri açısından değerlendirmek oldukça güç olduğundan, bu makalede konu sadece bilim ve dinin çatışmasının niçin sonuç getiremeyeceğine dair bir sınırlandırma içinde sunulmaya çalışılacaktır.

Makalenin temel tartışmasına girişmeden evvel bilim ve din arasındaki çatışma ve buluşma noktalarına kısaca bir bakmak faydalı olacaktır. Bilim insanlarından bazıları dini ve dindarları baskıcı ve akıl dışı olmakla suçlamış, bazı dindarlar ise bilimi ve bilim insanlarını inançsız ve bazen ahlaksız olmakla itham etmişlerdir. Tabii ki insanlar –ister dindar olsun, ister bilimsel bakış açsına sahip olsun, isterse de ikisini sentezleyen bir yoruma sahip olsun- bu tip düşünce ve eleştirel yorumlara yok yere sahip olmamışlardır. Zira ortaçağda kilise baskısı batıdaki insanları (“..-17.yüzyılda-Papanın buyruğu üzerine dünyanın döndüğünü söyleyen bütün kitaplar yasaklandı”1), özellikle Rönesans sonrasında, dîni ve dînî değerleri ve dogmaları eleştirmeye hatta çürütmeye yöneltmiş; böylesi bir tutum da dîni çıkarlarına alet eden kesimleri telaşlandırarak safi dindarlar arasında insanları “din elden gidiyor” korkusuna bağlı bilime karşı bir eleştiriye meyillendirmiştir. Bunun yanında bilimsel bazı teorilerin –tüm canlıların kökeninin ortak bir atadan olduğuna dayanan evrim teorisi gibi- bazı dînî öğretilerle –Âdem ve Havva’dan yaratılış öğretisi gibi- zâhiren çelişki oluşturması yine iki tarafın arasındaki iplerin gerilmesine zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte bazı bilim insanları ve bazı dindar insanlar bilim ve dinin aslında bölünmez iki parça olduğunu, ikisinin ayrılmasının fayda değil zarar getireceğini savunmuşlar; daha da ileriye giderek bilim ve dinin birbirini desteklediğini söylemişlerdir.


Bu makalede anlatılmak istenen yukarıda da belirtildiği gibi bu çelişki ve çatışmaların veya ortak noktaların kaynağını bulmak ve bunları neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirmek değil; sadece çelişkili ve çatışma halinde görünen kısımların daha yumuşak bir üslupla değerlendirilmesinin faydaları ve aksi bir tavrın sonuçsuz kalacağı, hatta zarar getireceği üzerinedir. Meşhur bilim adamı Albert Einstein bu konuya "Din öğreticileri (dini safsataya dayanan uydurmalardan) arındırma işlemini başardıktan sonra, kesinlikle doğru bir dînin bilmsel bilgiyle asilleştiğini ve derin ve etkileyici hâle geldiğini eğlenceli bir şekilde fark edecekler”2 yorumuyla yaklaşmıştır. Bu konuda Einstein, İbn-i Sina ve Farabi gibi meşhur örnekler verilebileceği gibi son dönem İslam düşünürlerinden Bediüzzaman Said Nursi’nin “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder”3 saptaması yeterince özet olur kanaatindeyim. Bu saptama açıkçası sorunun hem kaynağını hem çözümünü yeterince açık ve öz bir biçimde ortaya koyuyor.

Din ile bilim arasındaki çatışma noktasında İslam araştırmaları merkezinden Dr. Adnan Aslan “Din ve Bilim: Çatışma veya Uyum” başlıklı makalesinde:

“..bilim tecrübe alanıyla sınırlı ve ancak bu sınırlar içinde meşrudur. Bilim tecrübe alanında deney, bilimsel gözlem ve akıl yürütmeyle objektif, doğrulanabilir sonuçlara ulaşır ve bu sonuçları teknoloji haline getirir. Din ise tecrübe edilemeyen alanla (gayb) alakalıdır. İnsanın dünya ve ahret saadeti için metafizik hakikatler, ahlaki prensipler ve ibadetler vazeder. Alanları farklı olduğu için din ile bilimin biriyle çelişmemesi gerekir. Fakat bilim çoğu zaman fanatik bilim adamları elinde kendi meşruiyet alanını aşmakta ve metafizik ve sosyal alanda da etkin olmak isteyerek dinin sahasına girmektedir. Din ile bilim arasındaki çatışmaların temel sebebi budur.
Konusu metodu ve gayesi bakımından din ile bilim arasında bir kısım farklar da vardır:

1- Bilim objektif, herkesin ulaşabileceği ve tekrarlanabilir verileri açıklar. Din ise varlığın düzeni, hayatın anlamı, doğru ve yanlış, iyi ve kötüyü belirler.
2- Bilim nasıl, din ise niçin sorusuna cevap verir.
3- Bilim ulaştığı sonuçların doğruluğunu deneysel yeterlilik ve mantıkî tutarlılık ile test eder. Din ise doğruluğunu insanları ahlakî kemale ulaştırma, manevi ve mistik tecrübeyle ortaya koyar.
4- Bilim kâinat ve insanın menşei gibi nihaî sorulara ancak teorilerle cevap verebilir. İnsan tabiatı ise bu konularda kesinliği arar; metafizik ve ahlak teori kabul etmez. Din insan ve kâinatın menşei konusunda, metafizik ve ahlak alanında kesin hüküm ve prensipler sunar”4
şeklinde bir yorum yaparak bilim ve dinin çalışma sahalarını temyiz etmek istemiş ve çatışmanın temellerini sorgulamıştır.

Dr. Adnan Aslan’ın bu tezine örnek olarak ünlü evrim-bilimcilerden Prof. Richard Dawkins’in evrimi kanıtlamaya çalışırken “karşı tezi çürütmeye çalışmayacağını”5 belirtmesine rağmen Kör Saatçi kitabının daha başlarında kitaba da adını veren “kâinatın var olması için bir ‘Özne’ye ihtiyaç olmadığını”6 belirtmesi ve bu iddiayı desteklemeye yönelik eğilimleri verilebilir. Ancak Dr. Aslan’ın gözden kaçırdığı nokta şu ki: metafizik alana girmeye çalışan bilimi eleştirirken sosyal alanı da dîne mahsus kılmasıdır. Çünkü başlı başına sosyal bilimler ismiyle teşekkül etmiş ve çeşitli dallara (ve budaklara) ayrılmış koca bir bilimselliği gözden kaçırmak anlamına gelen bu kelime dînî yaklaşımlarda zaman zaman sorun oluşturmakta ve bilim-din arası uyuma değil, çatışmaya meydan verebilmektedir.

Yukarıda ortaçağ Hıristiyanlığındaki -Kopernik olayında olduğu gibi- Hıristiyan bakış açısında o zaman yapılan yanlışların sorunun bir ayağı olduğunu söylemiştik. Bunun yanında İslam açısından bakacak olursak, İslam dinine yönelik eleştirilerde taassup yani baskı ve zorbacılığın öne çıktığını görürüz. Her ne kadar yine Said Nursi’nin deyimiyle dinin “ahmak dostlar”ı konumunda olan bazı dindarlar dünyanın bir öküzün boynuzu üzerinde olduğu gibi bazı asılsız iddiaları dîne dayandırmaya çalışmışlar ve bu da bilim insanlarınca eleştiri konusu olmuşsa da; İslam dinine yönelik eleştirilerin bilimsel tabanlı olanları ikinci planda kalmıştır diyebiliriz.


Yukarıdakilere dayanarak iki tarafın da birbirini eleştirmek için haklı iddialara sahipmiş gibi göründüğü söylenebilir. Ancak bu, iki tarafın birbirini çürütmeye çalışmasını haklı çıkarmaz. Çünkü bilim insanları dindarlara “yobaz, gerici, akıl dışı” gibi sıfatlar takarak; dindarlar da bilimle ilgilenenlere “dinsiz, ahlaksız, cehennemlik” yakıştırması yaparak hiçbir yere varamaz.


Bu konuyu bir örnekle somutlaştıralım. Diyelim ki bir esnaf mallarının gayet kaliteli olduğunu ve satılmaya değer bulunduğunu düşünüyor. Bu kişi –mallarını satma ihtiyacı içinde olmasa bile- sırf diğer insanların faydası için mallarını güzel bir şekilde arz etmek durumundadır. Eğer bu esnaf biraz ötedeki esnaf olan başka bir meslektaşının onunkine biraz benzer ve bazı farklı mallar sattığını görse ve kendi malının daha kıymetli olduğunu iddia etse ve bunun için de esnaf arkadaşının mallarının çürüklüğünü ispata kalkışsa kendi eline çok şey geçmez. Nitekim diğer satıcı da aynı yöntemi izleyerek onun mallarını çürük göstermek isteyebilir. Bu noktada da safsatalar ve yalanlamalar doğar. Kendi malında olmayanı kendi malına yakıştırır, karşıda bulunmayan bir şeyi iftira yoluyla ona isnâd eder, müşteriler de ya toptan kaçar ya da ikisine de şüpheyle yanaşır ve bunun gibi... Bu durumda başta amaç diğer insanların istifadesi iken tam ters bir sonuç elde edilir; her şey karışır.

Temsilin gerisini ve gerçekle bağdaştırılmasını makale okuyucularına bırakıp sadece bir iki noktaya değinmek istiyorum. Öncelikle bilim de din de insanların ya bu dünya ya da ahiret (tabii ki tanım açısından) saadeti için vardır. Bilimin öncelikli hedefi bu dünya hayatı içinde insan yaşamını kolaylaştırmaktır; ikincil olarak insanın manevi/psikolojik hayatına bakar. Dinin ise öncelikli olarak insanın manevi/psikolojik hayatını düzenlediğini; ikinci planda ise dünya hayatına katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. İnsanın mutlu yaşamı ise bu ikisinin dengesine bakar. Bu yüzden bilim ve din kendi içlerindeki yanlış yorumlama ve safsatalardan sağlam bir temele dayanarak arınmaya çalışmalı ve bunu uygun bir üslup içinde gerçekleştirmelidir. Yoksa iki taraf ta insana fayda sağlama amacıyla zarar verir ve kaş yaparken göz çıkarmış olur.

KAYNAKÇA
1. Bertrand Russell, Bilim ve Din (İstanbul Varlık Yayınları, 1972)S.33
2. Mark Friesel, "The Templeton Prize: A danger to science?," Free Inquiry, Vol 21 #3, 2001-Summer, (20-22)
3. Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı (İstanbul Nesil Yayınları, 2002) S.1956
4. http://www.yeniarayislar.com/ayrinti3.asp?id3=72&Tur=2&yazid=54
5. Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, (W.W. Norton & CompanyPaperback - 358 pages reissue edition, 1996) Chapter1
6. Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, (
W.W. Norton & CompanyPaperback - 358 pages reissue edition, 1996) Chapter1[*] Anton, Bivens and Davis’in Calculus kitabının çeşitli bölümlerinden ve internetten bu bilgilere erişilebilir.

Hiç yorum yok: